Kapat sites icon close
Search form

Ülke sitesini ara

Ülke profi̇li̇

Ülke web si̇tesi̇

Türkiye Günlükleri, Birinci Kısım

Türkiye Günlükleri, Birinci Kısım

19 Şubat 2017 Ayrıca şu dillerde de mevcut:

Türkiye Günlükleri, Birinci Kısım

Reem Alsalem, Beyrut’ta bulunan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)’da dış ilişkiler sorumlusu. Bu ayın başlarında şehirde ve belirlenmiş mülteci kampları dışında yaşayan mülteciler üzerine çalışmak için Türkiye-Suriye sınırına gitti. Orda olduğu süre boyunca Alsalem bizim için gördüklerini kaydettiği bir günlük tutmayı kabul etti.

2 Haziran 2013

Gaziantep havaalanına varış ve otele geçiş. Daha küçük ve az gelişmiş olmasını beklediğim şehir beni oldukça etkiledi. Türkiye’nin güneydoğusundaki “Antep”’de 1,5 milyon insan yaşıyor. Bu şehir eskiden, ticaret ve ekonomik bağların yüzyıllar öncesine dayandığı Halep’in kardeş kentiymiş.

Otele geldikten sonra şehirde biraz dolaştık. İstanbul’dan ayrılışımızla bittiğini düşündüğümüz gösterilerin bir parkta toplanmış bir grup insanı görmemizle devam ettiğini öğrenmemiz bizi oldukça şaşırttı. Bir adam hoparlörden bağırırken diğerleri de, bazılarının elinde temel gereçler, yani gaz maskeleri ve bayraklar, sloganlar atıyorlardı. Tehlikeyi Suriye’de bekliyordum, Türkiye’de değil. Hızlı adımlarla otele dönüyoruz.

3 Haziran

İlk olarak Gaziantep UNHCR ofisinde bir toplantıya katılıyoruz. Türkiye’de 1960 yılından beri mevcut olan UNHCR, bu bölgedeki faaliyetlerine yakın zamanda patlak veren Suriye mülteci kriziyle birlikte başlamış. Türkiye’de 9 şehre yayılmış 19 mülteci kampı bulunuyor. Ev sahipliği yapılan toplam 200.000 Suriyeli mültecinin 33.600’ü Gaziantep’te. Buna ek olarak 10.604 mültecinin kamp dışında yaşadığı tahmin ediliyor.

UNHCR’ın takip ettiğim Suriye operasyonları arasında Türkiye büyük ihtimalle en sıradışı olanı. Bunun nedeni Türkiye’nin 400.000’den fazla Suriyeliyi topraklarına kabul ederek çok büyük bir müdahaleye imza atması. Toplam Suriyeli sayısının yarısı bazısı UNHCR’ın bugüne kadar gördüğü en iyi standartlara sahip kamplarda yaşıyor. Geri kalan mülteciler de yakındaki şehir ve kasabalarda, kamp dışında yaşamlarını sürdürüyor. Kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin durumu hakkında pek az şey biliniyor. Bugüne kadar, sahip oldukları birikimlerle veya Türk yardım derneklerinden aldıkları destekle ayakta kaldıkları düşünülüyor.

Ancak ikinci yılını doldurmuş bu çatışmaların arasında Türk STK’lara iyi niyet halen hakim olsa da gittikçe eriyen kaynaklar nedeniyle sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Türkiye’de iş bulmak da gittikçe zorlaşırken mültecilerin altından kalkabileceği kiralarla ev tutma ihtimali de azalıyor. Şehirlerde yaşayan mülteciler ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sessizce mücadele etmeye devam ettiler. Ancak görünen o ki artık devam edemeyecekleri bir kırılma noktasına geldiler.

Türkiye’nin bunu öngördüğü söylenebilir. Çünkü yakın zamanda kamp dışında yaşayan mültecilerin kaydedilmesine başlamıştı. Kayıt mültecilere en azından sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanı sağlıyor. UNHCR bu kayıt merkezlerinin 10’unun finansmanını sağlayacak. Ancak sağlık hizmetlerine erişimin tek başına Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteci nüfusunun büyük çoğunluğunun hayata tutunmasını sağlamakta yeterli olmayacağı bir gerçek.

*

Gaziantep’teki UNHCR ofisinde Türk ve yabancı iş arkadaşlarımızla tanışıyoruz. “Crash” adı verilen günlük durum izleme toplantılarından biri sayesinde çalışmalarının sınırlarını ve ilgilendikleri konuları anlıyorum.

“Kampları görüp durumu hissetmek önemli olsa da özellikle kamp dışındaki insanları görmek istiyorum,” diyorum. “Zor bir hayatları olduğunu biliyoruz, ancak şu ana kadar pek azı hakkında bilgi sahibi olduk.” Bunun nedenlerinden biri düzgün bir iletişim sağlamanın zorluğu.

Geçen hafta bazı arkadaşlarımız Suriyeli bir kişi tarafından işletilen ve sınırda bulunan bir restorana denk gelmişler. Hemen hepsi Suriyeli olan dükkan sahibi ve müşterilerle konuştukça laf lafı açmış.

Biz de sezgilerimizi dinleyerek bugün kayıt merkezi ve restoranın fotoğrafçım Elena ve benim için şehirli mültecilerle görüşme konusunda bir başlangıç noktası olabileceğine karar veriyoruz.

Koordinasyon merkezi, yani kayıt merkezine girmek düşündüğümden farklı oluyor. Kapıda bekleyen insan sayısı Lübnan ve hatta Mısır’da gördüklerime kıyasla oldukça azdı. Bu durum büyük ihtimalle şehirdeki mültecilere ulaşma pratiğinin ve bu merkezin görece yeni olmasından kaynaklanıyor. Sayının az olmasına rağmen gerilimi hissetmek mümkün. İnsanlar oldukça sinirli görünüyorlar.

İçeri girip kendimizi yöneticiye tanıtıyoruz. “Burada günde ortalama 600-700 kişi kaydediyoruz,” diyor. “Gelenlerin çoğunluğu Halep’ten.” Sonra, bazı temel konulardan bahsederken kapıda bir kavga çıkıyor. Kapıda saatlerce beklemekten sinirleri altüst olmuş Suriyeli bir mülteci zorla içeri girmeye çalışıyor. O noktada kontrol kaybediliyor ve mülteci ile güvenlik görevlisi arasında yumruklaşma yaşanıyor. Ancak daha fazla güvenlik görevlisinin gelmesiyle ortam sakinleşiyor.

İşlerin iyice kötüleşebileceğinden korkarak mekanı terk etmeye yöneliyoruz. Ancak durum çabucak normale dönüyor. İnsanlar burda bu tarz şeylere alışmışlar. Mekandan hemen ayrılmak istemediğimizden girişte bir süre oyalanıyoruz. Bu esnada sigara içen genç bir adam dikkatimi çekiyor. Çevredeki tüm patırtı gürültüye rağmen oldukça rahat ve sakin görünüyor. Suriyeli mültecilerin daha çok nerede toplandıklarını bilmesi ihtimaline karşın onunla konuşmaya başlıyorum.

İsmi Abdel Malik olan genç adam bize Suriyeli bir arkadaşının telefon numarasını veriyor. Arkadaşının adı Amin. Yardım edebileceği söyleniyor. Abdel bize eşlik etmek istediğini ancak bunu ancak akşamüstü, kayıt olduktan sonra yapabileceğini söylüyor. Birkaç denemeden sonra bunu bugün yapabileceğini ümit ediyor.

Arabamıza doğru giderken bir grup insanı fark ediyorum. Birkaç aileden oluştuğunu düşündüğüm topluluk yolun karşısında herkese mesafeli durarak koordinasyon merkezini izliyor. Geri dönerek onlara doğru yürüyorum. Suriye’den gelen Filistinli olduklarını öğreniyorum. Görünüşe göre daha önce kaydolmuşlar ve kartlarını almaya gelmişler. Türkiye’nin Filistinli mültecileri de sorunsuz kaydetmesine hem şaşırdım hem de sevindim. Bölgedeki bazı ülkelerin bu kadar cömert olmadıkları düşünüldüğünde taktire değer bir hareket bu.

Daha sonra iş arkadaşlarımın geçen hafta gittikleri restorana gidiyoruz. Mekanın Suriyeli sahibi Omar ile uzun bir sohbete dalmamız uzun sürmüyor. Hikayesi ve anlatım tarzı tüm dikkatimi çekiyor. Yüzlerce işçinin çalıştığı iki büyük kumaş fabrikası olan bu adam Halep’te oldukça iyi bir durumdaymış. Geçen yılın ortalarında sivillerin iki ateş arasında nasıl kaldığını gözler önüne serercesine hükümet güçleri fabrikalarından birini, mühalif güçler de diğerini işgal etmiş. İş yapamaz hale gelince tüm gelirini kaybetmiş.

Ancak tanıdığım pek çok Suriyeli gibi Omar da Suriye’de kalmaya çalışmış. Diğer şehirlerden Halep’e akın eden on binlerce insana kalacak bir yer bulabilmek için mahallesindeki diğer insanlara katılmış. Halep Üniversitesinin 12 öğrenci yurdunu kullanmışlar. Üniversite ve yurtlar bombalanana kadar buna devam etmiş. Bombalama gününün çatışmaların başlangıcından beri yaşadığı en kötü gün olduğunu söylüyor. Çoğunu tanıdığı yüzlerce kişi ölmüş. O gün ayrıca Suriye’yi terk etmesi gerektiğini anladığı gün olmuş.

Neden gelmek için Antep’i seçtiğini soruyorum. “Gayet basit,” diyor. “Halep’e en yakın güvenli bölge orasıydı. Ayrıca orda bana şehrimi hatırlatan pek çok şey de var.” Omar buraya geldikten sonra Halep’te yaptığı işi devam ettirmek için çok çalışmış. Ancak yanında büyük miktarda para getirmesine karşın Türkiye’de iş kurmak eğer Suriyeli bir mülteciyseniz oldukça zor. O da bu nedenle daha mütevazı bir projeye yoğunlaşmış ve bir restoran açmış.

Şehirdeki Suriyeli mülteciler için hayatın ne kadar zor olduğunu bir kez daha hatırlatan hikayesi en az Omar’ınki kadar ilginç olan Omar’ın aşçısı Samer. 70’li yaşlarında olan Samer Halep’te bir restoranın sahibiymiş. Buraya 20 gün önce 24 kişilik ailesiyle birlikte gelmiş. Evi ve restoranı çatışmalar nedeniyle zarar gören Samer ilk başta bizimle konuşmaktan kaçınıyor. Bizi arka bahçeye götürerek nerede uyuduğunu gösteriyor. Açık havada, yerde; bir seccaden, eski kırık bir kapıya asılmış birkaç parça giysiden ve bir döşekten başka hiçbir şey yok. “Başka seçeneğim yoktu,” diyor bize. Zira uygun kiraya bulduğu iki odada ailesinden 24 kişi kalıyor.

Yine aşçılık yapan bir kadınla konuşuyoruz. Üç çocuğuyla Antep’te yalnız yaşayan bu kadın Halepli bir dul. Hepsini getirecek durumu olmadığı için diğer iki çocuğu annesinde kalmışlar. Uygun fiyata kiralik bir yer bulmak için çektiği çileyi anlatıyor. Geleli dört ay olmasına karşılık şimdiden üç kere taşınmış. Suriyeli mültecilerin şehre gelmesiyle kira fiyatları tavan yapmış. Bazı ev sahipleri birkaç aylık peşin kira bile istemeye başlamışlar. Eğer Omar kendisine iş vermeseydi sokakta kalabileceğini söylüyor.

Kira ödeyebilmek şehirde yaşayan mültecilerin büyük ihtimalle birincil endişesini oluşturuyor. Saygınlık ve güven duygusu ile doğrudan ilintili olduğundan bunun yiyecek veya eğitim ile ilgili ihtiyaçlardan önce geldiğini söylemek mümkün.

*

Abdel Malik sayesinde irtibata geçtiğimiz genç Suriyeli Amin’i arama vakti geliyor. Abdel bizi kötü koşullarda beş altı odaya sıkışmış 54 bekar erkeğin beraber yaşadığı bir binaya getiriyor. Bu 54 kişinin sadece dördüyle tanışıyoruz, zira diğerleri işe ya da iş aramaya çıkmış. Yaşları 19 ile 25 arasında değişen bu adamlar Halepli. Hepsi muhalif gruplara katılmış ancak bir noktadan sonra Suriye’deki çatışmalara daha fazla dayanamadıkları için Türkiye’ye gelmeye karar vermişler. Her biri gerçeğin farkına varmış. İçlerinden biri “Suriye’de ikinci bir Vietnam olacak,” diyor. Herkesin kendilerini yüz üstü bıraktığını düşünüyorlar. Tünelin sonunda hiç ışık görmüyorlar. Önümüzdeki bir saat boyunca Halep’i anlatıyorlar. Anlattıkları bir hayalet şehirle birebir örtüşüyor; ne iş, ne elektrik ne de su var. Temel maddeler inanılmaz derecede pahalanmış. Ekmeğe on kat zam gelmiş.

Türkiye’de kavuştukları güven ortamından dolayı şükran dolu olsalar da burada yaşamak çok zor. Reyhanlı’da Mayıs ayında patlayan bomalarla işin dengesi de değişmeye başlamış. Bu patlamalardan sonra halkın bir kısmının Suriyelilere şüphe ile bakmaya başlamasına ek olarak Suriyelilerle kötü şeyler yaşayan bazı Türkler de tüm Suriyelileri aynı kefeye koyar olmuşlar. “Türklerin bizim iyi insanlar olduğumuzu bilmelerini istiyoruz. Biri bir hata yaptığında sorumluluk tüm Suriyelilerin değildir,” diyor Amin. Bu mesajı Türk halkına iletmemizi istiyor.

Bir sonraki durağımız kendileri de mülteci olan 24 Suriyeli öğretmenin Ekim 2012’de kurdukları bir okul oluyor. Okulda birinci sınıftan altıncı sınıfa kadar dersler ve yetişkinler için okuma yazma öğretiliyor. Kamp dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin kendilerine ve başkalarına – genellikle Türk makamlarının desteğiyle - yardım etme çabalarının bir örneği bu okulda gözlemleniyor. Bu örnekte Gaziantep belediyesi verdiği üniformalarla ve uzakta yaşayan çocuklara sağladığı ulaşım hizmeti ile destek olurken öğretmenlerin maaşlarını da ödüyor.

Abdel Malik artık bize eşlik edebiliyor. Bizi Gaziantep’teki harap bir binaya götürüyor. İki kat aşağıya, bodrum katına iniyoruz. Girişte kötü kokular duyuluyor. Bodruma indiğimizde ise her yer simsiyah. Hava o kadar ağır ki zor nefes alıyoruz. İçeri doğru yöneldiğimizde yan yana iki odaya varıyoruz. Odalarda on kadar adam ve genç çocuk dikiş makinalarının başında oturuyorlar. Yerde birkaç kirli döşek var. 40’lı yaşlarındaki Murat, yaklaşıyor ve bizi selamlıyor. Murat yedi ay önce Gaziantep’e kaçmış Halepli bir terzi. Parası olmadığından karısı ve çocuklarını Türkiye sınırında bulunan bir kasabada bırakmış. Yaşadığı ve çalıştığı yerdeki şartlar oldukça kötü de olsa Murat kendisini şanslı bulduğunu söylüyor. Kendisini baş terzi olarak işe alacak Suriyeli bir tüccar bulmuş ve bu mütevazı iş yerini yasal statüye kavuşturmayı başarmışlar. Şimdi Suriyeli veya Türk elemanları işe aldıklarını söylüyor.

(Bu yazı Alsalem’in şahsi görüşlerini yansıtmaktadır.)